Kayıtlar

Keşke bu kadar üşümese yüreğim…

İthafen.. Ulaşamayacağım kadar uzaksın benden, ama hep ulaşabilecek kadar yakın olmak istedim.. Bu dilekle başlamak istiyorum yazıma. İnşallah ulaşabileceğim kadar yakınımda olursun, özlemeyeceğim kadar uzağımda.. Bayramların kokusu hiç burnumda gitmedi çocukluğumdan beri. Şimdi özlediğim o güzel günler hep öyle sıcak, öylesine sevecen kalmış bende. Nedensiz özlediğimi düşünüyordum önceleri. Ama aslında ne çok nedeni varmış o eski güzellikleri özlememin biliyor musun? Bunu neslimin insanını tanıdıkça daha iyi anlıyorum. Hiç kimse bana çıkar amaçlı yaklaşmamış. Kimse yüzüme gülüp arkamdan kuyumu kazmamış, kimse kalbimi kırmamış, kimsenin kalbini kırmamışım… Acaba diyorum çocukken masumluğumuzdan dolayı mı yaşamanın lezzetini böylesine yoğun tadıyorduk? Belki de büyüdükçe kirlettik bu masumiyeti, kim bilir? Sahibi olduğumuzu sandığımız dünyayı, hayallerimizi, huzurumuzu, mutluluklarımızı ve bencilliğin altında ezilen paylaşım duygularımızı kirlettik belki de… İns...

Ey unutuş! Kapat artık pencereni!

Bugün unutmaktan bahsedeceğim Sevgili Dostum Emel’e… İnsan bir şeyi unutmak için kendisini ne kadar zorlarsa o şey insanın beyninde kıvrımlara yerleşiyor daha bir sıkı. Unutmak isterken daha bir hatırlıyor insan, daha bir acıyor kalbinin yaralı köşesi..Keşke unutmayı istemekle başarabilsek unutmayı. Hatta bilgisayardaki gibi bir “delete” tuşumuz olsa ve ufacık bir dokunuşla silip atsak hatırlamak istemediğimiz yaşanmışlıkları. Birçok insan, unutmak eğilimiyle kendisine acı veren zamanlardan, kötü kalpli korsanlardan uzaklaşmak istiyor. Hatta aynadaki kendi yüzünü, hatta kendini unutmak isteyenler bile var. Zaten unutmak olmasaydı çekilir miydi hayat? Fakat unutmayı zaman aşımına bırakmak en iyisi sanırım. Bazen unutmak istemediklerimizi de unutmuyor muyuz? Buna kim engel olabilir ki! Ahmet Muhip Dranas “Olvido” şiiriyle ne de güzel anlatıyor unutuştaki şifayı: … Ey unutuş! Kapat artık pencereni, Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni; Çıkmaz artık sular altında...

Deli kuyuya bir taş attı….

  Alman Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Thilo Sarrazin’i tanımayan kaldıysa, bir de ben bu satırlarla yardım edeyim dedim. Adam kuyuya bir taş attı. Hepimiz hala onu çıkarmaya çalışıyoruz. Günlerden beri basın bu konuda yazıyor, çiziyor, soruyor, cevaplıyor… Ne demiş Sarazzin: “'Yanlış politikalardan dolayı sayıları artan bu kentteki Türk ve Arapların büyük çoğunluğunun manavlıktan başka üretim işlevi yok'' E bu bize yabancı cümleler değil ki. Sarrazin birçok Almanın içinden düşündüğünü dışa vurmuş. Acaba kaç tane Alman, Türkler ya da Araplar hakkında olumlu düşüncelere sahipler?   Bunun örneklerini sık sık yaşıyoruz üstü kapalı olarak. Bir toplumda başarı göstermiş bir insanın kökeninin “Türk” olduğunu öğrenince çok şaşırıyor hala Almanlar ve “…aa hiç Türke benzemiyorsunuz..” diyecek kadar ileri gidenleri bile var.   Olay bu kadar aleniyken biz bu adama niye bu kadar kıymet verip gündeme oturttuk anlayamadım gitti. Artık bundan sonra moda olur bu...

“Dostum Var” diyebilmek

İnsanın hayatta “arkadaşım” diyebileceği ne çok tanıdığı olur. Mahallede, okulda, işyerinde, tatilde insanlar hayatın her döneminde yeni arkadaşlıklar edinebilir. Fakat ya dostluk? Öyle kolay kazanılabiliyor mu sizce? Sizin hayatta kaç arkadaşınız, kaç dostunuz oldu, saydınız mı hiç? Arkadaşla neyi paylaştığınızı, dostla neyi bölüştüğünüzü düşündünüz mü? Bence arkadaşlı ile dostluk arasında koskocaman kalın bir çizgi var. Arkadaşlığı herkes biliyor, ben dostumdan ne beklediğimi anlatmak istiyorum: Sevgili dostum:        Seni arıyorum ben. Ne olduğun, kim olduğun zaman zaman belirsiz. Kaybetmediğim, ama belki de hiç bulamadığım.. Dinlemeyi, okumayı bilen, dinlediğini, anladığını söylemeyen ama hissettiren seni arıyorum. Maksat arkadaşlık yapmak, vakit öldürmek değil, seninle birlikte o değerli   vakitleri harcamak.. Hislerimi okuyacak ve okuduğunu hissettirecek sırdaşımı arıyorum, belki hiç bulamadığım, belki de kaybetmediğim.. ...

Dünyada iki çeşit insan var

41 yıllık yaşamımda öğrendiklerime kattığım yeni bir bilgiyi paylaşmak istedim sizlerle değerli okurlar Dünyada iki çeşit insan var: 1.        Çalışan, bir şeyler üretmeye çalışan, yorulan, gece olunca günün yorgunluğuyla, ama topluma ve kendisine yararlı olan bir şeyler yapmış olmanın huzuruyla uykuya dalanlar…. 2.        Sırf tembellik içeren hayat felsefesi yüzünden oturduğu yerden bir yerlere varmaya çalışırken, olan zamanını 1. kategoride olan insanlara iftira atmakla, açığını aramakla geçiren, istediği sonuca ulaşamadığı için uykusuz gecelerle arkadaş olanlar… Yüzümüze gülen insanların aslında arkamızı dönünce hakkımızda ne kadar farklı ve çirkin şeyler konuştuğunu öğrenmek ne kırıcı değil mi? Kırıcı olan, hakkımızda duyduğumuz çirkin sözler değildir aslında. Kırıldığımız nokta, güvendiğimiz, inandığımız, yüzümüze gülüp övgüler yağdıran insanların gözümüzden ve gönlümüzden düşmesidir. Güvenmişizdir, gül...